4 Şubat 2016 Perşembe

Müzik Kutusundan Sanrılar 7: Anna Karenina


Tolstoy’un başyapıtı Anna Karenina’yı yeni bitirdim ve bu muhteşem Rus klasiğini  nihayet tamamlamanın verdiği coşkuyla bugün blogda 2012 sinema uyarlamasının enfes müziklerine yer vermek istiyorum. Kamera arkasında Joe Wright’ın yer aldığı, Anna rolünde Keira Knightley’i izlediğimiz bu filmi pek sevmiştim. Şimdi uyarlandığı şaheserle tanıştıktan sonra bir nebze yavan geliyor elbette, ama ben yine de toz konduramıyorum. İhtişamlı, hınzır, baştan çıkarıcı bir adaptasyondu bu. Özellikle tüm hikayeyi tiyatro sahnesine indirgemesi ve muzip ama zararsız bir alaycılıkla sekans geçişlerini kurmasıyla gönlümü fethetmişti. Anna’nın içine düştüğü ağır bunalım ve muğlaklığın halet-i ruhiyesiyle, dönemin Fransız özentisi Rus sosyetesinin lüks yaşantısını ve ahlak anlayışlarını da gayet güzel harmanladığını düşünüyorum. Ama tabii ki en büyük başarısı da prodüksiyon dizaynı ve müzikleriydi, bunu kimse inkar etmeyecektir herhalde. Bilenler bilir, Dario Marinelli imzalı bu müzikler filmin ruhumuzda uyandırdığı hayranlığı maksimum seviyeye ulaştırmıştı. Özellikle Anna ile Vronsky’nin dans ettiği sahnenin fonunu oluşturan “Dance with Me” isimli besteyi ve o muazzam sahneyi tırnak içinde hatırlatmak gerek:




Ahh... Genç çiftin Yunan tanrı ve tanrıçaları gibi el ele verip salona hayat üflediği, ortamı yavaş yavaş canlandırdığı, kameranın hatta biz seyircilerin dahi oyuncularla birlikte döne möne dans ettiği, içimizde cümbür cemaat heyecan, şehvet ve en derin arzuların kabardığı, ve hatta onların bile müziğin ritmine kendilerini kaptırıp valse iştirak ettiği yüksek tansiyonlu sahneyi kastediyorum. Hepimizin kolektif bir hipnozun etkisiyle huşu içinde tüy gibi dans ettiği bu sahnenin sonunda Anna’yı bekleyen demir rengi ölümün ürpertilerini de hissederiz hayal meyal. Pek tabii 19. yüzyıl Rus sosyetesinin bokunu çıkardığı gıybet trafiğine, karşı karşıya gelen sinsi gözlere ve birbirlerine değen kirli ellere de ev sahipliği yapmaktadır bu sahne. Netice itibariyle Anna’yı malum sona götürecek olan da yüksek sosyetenin ikiyüzlü mensuplarının pis ağızlarından çıkan Fransızca fısıltılar değil midir? O yüzden filmin atardamarı olarak görürüm ben bu sahneyi. Joe Wright’ın kendini bulduğu dönem dramalarında vizyonunu konuşturup, nasıl meziyetli bir yönetmene evrildiğinin de nişanesidir adeta.

Bu arada Vivien Leigh (1948) ve Greta Garbo’lu (1935) Anna Karenina uyarlamalarını da seyredeceğim ilk fırsatta. Belki Tozlanmış Filmler Köşesi’nde de ağırlayabilirim onları, bakalım… Ama öncesinde sözü Dario Marinelli’ye bırakayım da kulaklarınızın pası silinsin:




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder