5 Ocak 2016 Salı

The Lobster


Bayanlar baylar, The Lobster benim Yorgos Lanthimos’la ilk tanışıklığım. Yunan yönetmenin randevu yeri olarak böylesi cool, karanlık, alabildiğine melankolik ve o kadar da hınzır bir distopyayı seçeceğini bilsem bu buluşmayı 2015’in soğuk bir aralık akşamına erteler miydim? İzlememin üzerinden günler geçmesine rağmen bende bıraktığı etki hala taze. The Lobster, çılgın senaryosu ve bile isteye paldır küldür aksedilen; bilakis, zarifkar inceliğiyle gönlümü fethetti. Lanthimos’un etkin yönetimi sayesinde kendimi bekarlığın büyük suç olduğu distopyanın arka bahçesinde buldum. Havva’nın sunduğu elmayı reddederek, hangi hayvana dönüşmek istediğimi çabukça düşündüm.

Her haliyle kusursuz bir yakın gelecek evreni yaratmış Lanthimos. Günümüzün yapış yapış ilişkilerini, anlamsız evlilik kaidelerini ve aile kurumunun gereklerini de hicvederek entegre etmiş evrenine. Bir tarafta toplumun sunduğu kalıplara düşünmeden, sorgulamadan yerleşmiş, robotlaşmış yoz bir halk ile gücü elinde bulunduran, kurallarını kolaylıkla dikta edebilen ulu otoriteyi; diğer tarafta ise baskılara karşı gelip sorgulayan, kaçış yolları arayan, lakin bulunca kendisi de baskı uygulamaya başlayan anarşist kesimi görüyoruz. Bu esrarengiz evrenin sakinleri hepimize tanıdık anlayacağınız üzere. Yalnızca tuhaf olan benimsedikleri değerler, ahlaki yargılar ve toplumsal anlayışlar. The Lobster eşsizliğin lanetlendiği zalim bir distopyadan sesleniyor. 45 gün içinde kendilerine eş bulamayan insanların zorla hayvana dönüştürüldüğü anayasal bir düzen bu. Toplumda koyunsal bir kabullenme hakim, kimse "abi n'apıyoruz biz, nereye gidiyoruz?" diyemiyor, diyebilenler de toplumun dışına itilmiş zaten. Kesinlikle çağımıza yabancı olduğunu düşünmüyorum ben bu hikayenin. Bekarlara güvenmemek, çift olmaya kafayı takmak, evliliği kurtarmak için hemen lütfen çocuk sahibi olmak, aile apartmanları, aile çay bahçeleri, hoop aile var!? gibi çağımızın biricik değerleri de bu durumu kanıtlar cinsten. Evet, “hissetmediğin halde, hissediyormuş gibi davranmak; hissettiğin halde hissetmiyormuş gibi davranmaktan daha zor”, bunu dillendiriyor film sık sık. Ama bir başka perspektifte bunu taban tabana da reddediyor. İlişkilerde hislerin, duyguların rolünü görmezden gelerek, insanları madden, kişisel özelliklerine göre eşleştiriyor.  Gerçekte de böyle değil mi zaten? “Davul bile dengi dengine” şeklinde deyimin olduğu bir ülkede, hatta hala bile sosyal sınıflara, statülere göre evliliklerin yapıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Tüm bu noktalar birleştiğinde Lanthimos’un paralel evreninin, yaşadığımız modern dünyadan çok da farklı olduğu söylenemez kesinlikle, ki zaten modern bireye tutulmuş bir ayna olarak niteliyorum ben bu filmi. Her sahnede, “bakın insanlar, bu komik acımasız hallerinizle aslında ne kadar da acınacak haldesiniz” diyor ve seyircisini bu ağlanacak içler acısı hallerine kahkahalar atıp gülmeye davet ediyor. 



Lanthimos, toplumu başarılı bir şekilde tahkik etmiş sahiden. Sürprizleri ele vermemek için değinemiyorum ancak filmde karşımıza çıkan bütün ilginç detaylar muhasır bir zekanın ve keskin gözlemlerin ürünü kesinlikle. Ayrıca görsel açıdan da çok şık. Muzip alaycılığıyla da yıllar sonra bile adından söz ettirecektir eminim. The Lobster, şimdilik 2015'in en lezzetli mahsulü benim gözümde. Sizlere de afiyet olsun!


O zaman dans!..


Puan: (A)

1 yorum: