21 Aralık 2015 Pazartesi

Mistress America


Mistress America benim için Baumbach & Gerwig ikilisinin bir diğer filmi Frances Ha gibi özel bir film. Özel, içten ve içimden… Tevekkeli değil, kendimden bir şeyler bulmayı bekliyordum zaten de, hemen açılış sahnesinde naklen hatıralarımı izleyeceğim aklıma gelmezdi tabii. O şaşkınlığımı hala üzerimden atabilmiş değilim, tesadüfün de bu kadarı... Tracy(Lola Kirke)'nin valizi elinde ilk kez yurt odasının kapısından içeri girdiği sahneyi kastediyorum. Saçma gelebilir ama aynısını yaşadım, yani üniversiteyi kazanıp yurt odasına bavulumla yerleşmek için yorgun argın ve yeni hayatın heyecanıyla adımımı ilk attığımda benim de karşılaştığım manzara tıpatıp aynıydı, ve bu kişisel bir his, inanın tarif edebilmem mümkün değil. İnsanın izledikleri karşısında “aaa evet benim de başıma gelmişti” ya da “çok doğru tespit, karşılaşmıştım” şeklinde tepkiler vermesi o seyirliği yaşanır ve samimi kılıyor. Baumbach’ın bütün filmlerinde bu akraba ya da yakın arkadaş hissiyatı mevcut, insanın içini ısıtıyor. Bütün o adaptasyon sorunları, özgürce kurduğun hayallerin gerçeklerle çarpışarak kısıtlanması, insanlar tarafından anlaşılmama gibi durumlar, popüler olma hevesleri, yüksek tansiyonlu gelecek kaygıları çok tanıdık gelmedi mi size de? Noah Baumbach en başarılı ürünlerini hayat arkadaşı Greta Gerwig’le direksiyonun başına geçtiği iki filmde verdi bana kalırsa. Bu iki filmi de kendi genç-yetişkin buhranlarıma yetiştirdikleri için müteşekkirim kendilerine. Bu kadar beğenmemin sebebi kesinlikle kurduğum bağlar.


Her gencin hayatında rastlayabileceği insanları ve küçük dünyalarında büyüme sancıları çekerken içine girmek zorunda kaldıkları büyük durumları anlatıyor esasında ikili genel olarak. Odağa aldıkları karakterlerden tutun, onların başlarına gelen abuk olaylar karşısında verdikleri tepkilere kadar da sağlam tespitlerde bulunmayı başarıyorlar. İkili bu sefer, yaşamının en görkemli çağında, 30 yaşındaki özgür Amerikan kadınını (Brooke - Greta Gerwig) New York metropolüne hayata tek başına tutunması için salıveriyor. Bu yolda da kendisine üniversiteye yeni başlamış, bulunduğu ortama adapte olmakta sıkıntı çeken 18 yaşında bir arkadaş (Tracy - Lola Kirke) tahsis ediyor. Tracy, yeni adımını attığı kalabalık New York sokaklarında kendisini ararken, özgürlüğü ve başına buyrukluğu sayesinde bugüne kadar her şeyi yapan (ya da hiçbir şey yapmayan) Brooke’a gıptayla bakıyor. Başlarda her şey güllük gülistanlıkken Brooke’un ışıltılı hayatını ve hayallerini dinliyoruz, sonrasındaysa hayatın gerçekleri hakkında uzun ama eğlenceli bir nutuğa geliyor sıra.  Brooke’un Frances’le benzeştiği yerler var elbette, ama sanırım büyük işler başarma hevesi noktasında ondan ayrılıyor. Ayrıca Baumbach, burada Brooke’u Amerika’ya mal etmeye, onun nezdinde, 21. Yüzyılın ayakları yere sağlam basan varlıklı ebeveynlerinin tüm genç evlatlarının sahip oldukları onca imkana rağmen yine de yollarını çizmekte zorluk çektiklerini ve 30’lu yaşlara kadar modern dünyada kendilerine bir yer edinemediklerini genel bir kanıya vararak anlatmak istemiş. Vardığı kanıyı da genç insanın gelip geçici, hayati heveslerinde kapıldığı anlık heyecan ve hezeyanlarla desteklemiş.


Baumbach, Brooke’un hayallerinin karşısına layetezelzel bir duvar çıkarıyor. Hayalleri duvara çarpıp kırılacakken de ümitvar bir şekilde tırmanıp atlamaları için önlerine bir merdiven koyuyor. Ama Brooke merdiveni kullanmayı reddedip yolunu değiştiriyor. Baumbach hikayesinde işte böyle tanıtıyor genç yetişkini… Hayalleri konusunda tutkulu ve kıpır kıpırlar, fakat önlerine çıkan bir engelde hemen onlardan vazgeçecek kadar da ayran gönüllüler demeye getiriyor. Ben hayatımın bu döneminde tam da çok şey başarmayı isterken, hayallerimi gerçekleştirecek gücü kendimde bulamayıp, hiçbir şey yapmadan olayları akışına bırakmışken; Baumbach’a hak vermeden edemiyorum. Bizler önceki nesle göre çok daha şanslıyız aslında, fakat kılımızı bile kıpırdatmadan sahip olduğumuz tüm bu lüks hayat karşısında galiba biraz tembel ve nankörüz. En azından bu filmin bana tuttuğu ayna sayesinde hayallerime daha sıkı sarılır ve 30’lu yaşlarıma geldiğimde Brooke gibi gelip geçici beyhude heveslerin peşinde geziniyor olmam diyerek temennide bulunup noktalıyorum bu yazıyı.


Puan: (A-)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder