6 Ağustos 2015 Perşembe

Tehlikeli İlişkiler: Dangerous Liaisons


Efendim, yeni bir "Tozlanmış Filmler Köşesi" yazısı için karşınızdayım. Dün gece açılış ve final sekanslarındaki muhteşem ahenkle beni benden alan, 1988 yapımı “Dangerous Liaisons”ı izledim, bugünkü konuğumuz da o. Allahım… Böyle filmleri izledikçe sinemaya olan hayranlığım kat kat artıyor. Nasıl ince… nasıl zarif… Film, Marquise Merteuil (Glenn Close)’in makyaj yaptığı sahneyle açılır ve maskesi düşüp, Paris sosyetesinden dışlandıktan sonra gözyaşları eşliğinde makyajını sildiği sahneyle de kapanır. Marquise, şaşalı bir gösteriye hazırlanan tiyatrocu edasıyla yapar makyajını, çevresinde hizmetçileri dört döner. Makyaj ona göre sıradan-rutin bir iş değil, adeta bir seremonidir. Çünkü onun hayatı başlı başına bir gösteridir. 18. Yüzyıl Fransız aristokrasisinin kadınlara sunduğu kalıplar, ona yüklediği roller vardır. Ve o, 15 yaşında girdiği sosyetede seneler sonra rolünün hakkını verip zekasıyla herkesi parmağında oynatmayı gayet iyi bilecektir…

  
Dangerous Liaisons, türünün en kusursuz örneklerinden. Entrikalı bir dönem draması bu. İhtirası bol aşklar, ihaneti bol kirli anlaşmalar, sırf zevk için insanların canına okumacalar, sağ gösterip sol vurmacalar, hırslı tutku oyunları, ahlaksız hesaplaşmalar… Kısacası ne ararsanız var bu seyirlikte. Film, aynı adlı bir tiyatro oyunundan alınarak senaryolaştırılmış. İlginçtir; bu oyun ise savaş meydanlarında bir general tarafından yazılmış ve yayınlandığı 1782 Fransa’sında adeta skandal yaratmış bir romandan uyarlama. Mektuplardan oluşan bu roman, o dönemde büyük ilgi çekmesine rağmen rezil ve ahlaksızca bulunmuş, öyle ki Kraliçe Marie Antoinette bile gizli gizli okumuştur.


Esasında, aşka inanmayan iki aristokratın (Marquise de Merteuil & Vicomte de Valmont) tarafları olduğu tehlikeli ve o kadar da aşağılıkça ilişkilerin neticesinde aşka yenilmeleri anlatılıyor bu filmde. İkisi de şeytana pabucunu ters giydirir cinsten. Bir tarafta güvenilmezliğiyle nam salmasına karşın kadınların başını döndüren soylu bir adam; diğer tarafta da kendisine sunulan imkanları farklı biçimde kullanarak zirveye çıkmayı başaran saygın bir kadın var. Öyle kibirli öyle küstahlar ki; sadece eğlence olsun diye yaptıkları kirli anlaşmayla cinselliği kullanıp, komplolar üreterek çevrelerindeki insanların canlarıyla oynayacaklar. Bu yolda Merteuil eski kocasından intikam almak için saf bir genç kızı (Cécile de Volanges) gözünü kırpmadan harcayacak. Vicomte ise sırf egosunu tatmin edebilmek için dinine bağlı iffetli bir kadını (Madame Marie de Tourvel) baştan çıkarıp, günaha ikna edecek. Ama heyhat, aşkın fendi şehveti yenecek ve ikisi de birbirlerine açtıkları savaşın tutsağı olacaklar.     


Glenn Close, John Malkovich, Michelle Pfeiffer, Uma Thurman ve Keanu Reeves‘ın başını çektiği yıldızlar kadrosu tek kelimeyle MUH-TE-ŞEM! Ama ben tüm alkışları Glenn Close ve John Malkovich’e emanet etmek istiyorum. İkilinin arasındaki kimya görülmeye değer. Özellikle Glenn Close’un burada sergilediği oyunculuk, şu yaşıma kadar şahit olduğum en iyi kadın oyuncu performanslarından birisi, hiç abartmıyorum. Close, oldukça ölçülü çizdiği portreyi sonlardaki ağlama krizi sahnesiyle şaha kaldırmış. Sadece Malkovich’e savaş ilan ettiği sahnedeki karizması bile tüylerimi diken diken etmeye yetti (o sahneyi aşağıya bırakıyorum). Bir diğer övgüyü de Malkovich hak ediyor elbette. Kendisinin mizaha kayan Vicomte de Valmont profili hiçbir noktada sırıtmıyor. Aktör öylesine yaşıyor ki rolünü, izleyenler küstahlığına rağmen kibri ve cazibesi karşısında eğilerek şapka çıkarıyor.



Filmin yönetmen koltuğunda da geçen yıl beni Philomena ile hayal kırıklığına uğratan Stephen Frears’ın oturduğunu söylemeden geçmeyeyim. Kamera arkasındaki ve incelikli kurgusundaki işçilik göz dolduruyor. Kostümler ile prodüksiyon dizaynı da epey fiyakalı…  Sizi bilmem ama ben şahsen o muhteşem salonlarda, Fransız danteliyle kaplı koltukların üzerinde, mavi çiçekli porselen fincanlardan çay yudumlayan Maquise de Merteuil ve Vicomte de Valmont ikilisinin arasındaki nefret ve şehvet dolu dedikoduları bundan sonraki yaşamımda çok özleyeceğim. Hasret gidermek için de arşivimden sık sık açıp izleyeceğim. Ne yapayım, elimde değil!... 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder